GenelOrman Şerhinin Zamanaşımına Etkisi

27 Şubat 20240

Orman Şerhinin Zamanaşımına Etkisi

Av. Zeynep İNAN

Türk Medeni Kanununa göre; Hak sahiplerinin veya yetkili resmî merci ya da makamların başvurusu ile tapu kütüğüne işlenen şerhler, bazı şahsî hakları kuvvetlendirmeye, malikin taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisini sınırlamaya ve kazanılmış ya da kazanılmak üzere olan aynî hakların korunmasını sağlamaya yarar sağlar.

Ormanlar, başta 1982 Anayasası olmak üzere, 6831 sayılı Orman Kanunu gibi birçok düzenlemeye dayanılarak özel tedbirlerle koruma altına alınmış alanlardır. Bununla birlikte ormanların niteliğini korumak amacıyla bazı mülkiyet hakkı sınırlandırılmaları getirilmiştir. Orman şerhi bu kısıtlamalardan biridir.

Orman şerhinin hukuki niteliği, tapulu bir taşınmazın tamamı veya bir bölümünün orman tahdit sınırları içerisine dahil edilmesidir. Orman şerhinin konulması bir bakıma mülkiyet hakkı ihlali-kısıtlamaları olarak nitelendirilebilir. Her ne kadar orman şerhinin devir yetkisini kısıtlamasa da, malikin kullanım alanını kısıtlamaktadır.

Tescilin aksine, şerhin ne ayni hakkı tesis eden, ne de onu tespit eden bir etkisi vardır. O sadece kanun koyucunun atfettiği özel sonuçları tesis eder veya açıklığa kavuşturur. Bu durumda, idarenin, orman şerhi koyma yoluyla tapulu arazinin mülkiyet hakkı sahibince kullanılmasına, yararlanılmasına engel olmasının hukuki bir dayanağının olmadığı ortaya çıkmaktadır. Tapu siciline güven ilkesi gereğince yasal olarak kişinin üzerine kaydedilmiş tapulu arazisine orman idaresince konulan şerh nedeni ile kişinin mülkiyet hakkının her yönden sınırlandırılması ve tapunun hukuken geçersiz hale gelmesi, kamulaştırmasız el atma kapsamında değerlendirilecek bir müdahaledir. [1]  

Tapulu bir araziye sonradan orman şerhinin konulması, mülkiyet hakkının sınırlandırılması olarak karşımıza çıkmaktadır. Orman şerhinin sonradan ortaya konulması ve daha önceden tapuda durumun belirlenmemiş olması, idarenin işlemlerinde belirliliğini engelleyebilecektir. Bu durum ise, idarenin organizasyonu sağlayamaması ve özellikle tapu sicilinde hataların bulunması dolayısıyla idarenin sorumluluğunu beraberinde getirmektedir.

Kişilere ait araziler daha öncesinde tapuda orman olarak gözükmez iken, daha sonra arazi üzerine orman şerhi konulmuş olması halinde mülkiyet hakkına müdahale ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda, hakları ihlal edilen kişiler tarafından tazminat davası açılması gerekmektedir. Zira tapuda orman şerhinin konulması, taşınmazın kendi değerinde satılmasına engel olabileceği gibi, orman sınırlarında kabul edilmiş bir arazinin de arsa statüsündeki gibi rahat bir şekilde kullanılması mümkün olmayacaktır. Bu durum ise mülkiyet hakkının içeriğine uygun bir şekilde kullanılması zorlaştırmaktadır.[2]

1982 Anayasası’nın 169. maddesinin 2. fıkrasında; “devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz” hükmüne göre, devlet ormanlarının özel mülkiyete konu edilemeyeceği açık bir şekilde belirtilmiştir.

Anayasadaki kesin hükme rağmen idare tarafından yapılan yanlışlıklar sonucu özel mülkiyete konu edilmeyen ormanlar ya da kıyılar kişinin tapulu arazisi olabilmektedir. Orman ya da kıyı şerhi tapu kütüğünde beyanlar hanesinde yer almaktadır. Beyanlar hanesinin özelliği kamu hukuku kısıtlamalarına sebep olmasıdır.

Kişiye ait mülkiyette bu gibi şerhlerin, Anayasal kural olarak düzenlenen, ormanların üzerinde mülkiyet kurulamamasına aykırılık teşkil etmektedir.

Orman ya da kıyı sınırlarında olan bir arazinin daha sonra orman sınırları içinde kaldığı belirtilen bir şerh konulması, tapu sicilinde bir yanlışlık olduğunu ve devletin kusursuz sorumluluğunu gündeme getirmektedir.

Türk Medeni Kanunu madde 1007: “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.

Yargıtay “Türk Medeni Kanununun 1007. maddesi uyarınca kabul edilen Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından, hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan, zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir” denilerek, açıkça ifade edilmiştir.[3]

Kişinin mülkiyetinde olmasına rağmen tapu da beyanlar hanesinde mülkiyet hakkını kısıtlayıcı bir şerh konulması Yargıtay içtihatlarında da mülkiyeti kullanılamaz hale getirmek olarak nitelendirilmiştir.

Nitekim, Sakarya Bölge İdaresi Mahkemesi tarafından; “taşınmazlar halen davacılar adına kayıtlı olsa da orman şerhi ile mülkiyet hakkının kullanılamaz hale gelmiş olması sebebiyle davacının bu davayı açmakta hukuki yararı bulunmaktadır” denilmiştir. [4]

Orman şerhi uygulaması yasal dayanağını Orman Kanunu’ndan almaktadır. Orman Sayılmayan Tapulu Taşınmazlar Üzerindeki Ağaç ve Ağaççıklardan Faydalanılması Hakkında Yönetmelik’in 4. maddesinin 5. fıkrasında “tapuda, kısmen/tamamen orman sınırları içerisinde kalmaktadır belirtmesi koydurulur” şeklinde yer almaktadır.

Yasal dayanağı Orman Kanunu olan orman şerhinin kişiye ölçüsüz bir zarar sağladığı açıktır. Bunun önlenmesi için Devletin sorumluluğu gündeme gelmektedir.

Yargıtay, ‘Tapu işlemleri, kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden sıralı işlemler olup, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalar, hatalı tapu sicili oluşmasına sebebiyet verdiği için, kadastro tespitinden yapılan hatalar da, TMK’nın 1007. maddesi anlamında tapu sicili kavramı içeresindedir.’[5]

TMK 1007 maddesine dayanılarak açılan davalar için ayrıca zamanaşımı öngörülmediğinden, 6098 sayılı Borçlar Kanunun 146 maddesine göre 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanması söz konusu olmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel kararında da vurgulandığı gibi; “Tapu işlemleri kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK madde 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada Devletin sorumluluğu, kusursuz sorumluluktur. Bu işlemler nedeniyle zarar görenler, Medenî Kanunun 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini için Borçlar Kanununun 146. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinde, Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilirler. [6]

  • Burada üzerinde durulması gereken zamanaşımının ne zamandan itibaren başladığıdır.
  • Yargıtay’ın pek çok kararında da kabul ettiği son görüş ise 10 yıllık zamanaşımı süresinin zararın doğduğunun kesin olarak öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağıdır.
  • Zararın kesin olarak öğrenilmesi ise ayni haklar açısından, tapu kaydının düzeltilmesi davasının reddi kararının kesinleşmesi ve kesinleşmenin zarar gören tarafından öğrenilmesi ile gerçekleşecektir.
  • Zararın doğduğu tarih, ayni haklar açısından tapu kaydının düzeltimi davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiği ve öğrenildiği, kişisel haklar açısından ise kişisel hakkın elde edilemediği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.[7]

TBK’nun 149 maddesi uyarınca, “Zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar”.

Yargıtay’ın pek çok kararında da kabul ettiği, 10 yıllık zamanaşımı süresinin, zararın doğduğunun kesin olarak öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağıdır. Zararın kesin olarak öğrenilmesi ise ayni haklar açısından, tapu kaydının düzeltilmesi davasının reddi kararının kesinleşmesi ve kesinleşmenin zarar gören tarafından öğrenilmesi ile gerçekleşecektir.[8]

  1. 20. HD.,16.04.2019, E. 2019/1212, K. 2019/2662 sayılı karar kapsamında, “Kural olarak; 6098 sayılı Borçlar Kanununun 49. ve devamı maddesinde düzenlenen haksız fiilden kaynaklanan tazmini sorumluluk, haksız fiilin gerçekleştiği tarihte doğar ve zamanaşımı süresi başlar. 4721 sayılı TMK’nın 1007. maddesinde düzenlenen objektif (kusursuz) sorumluluk halinin varlığının kabulünde; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararların karşılanması amacını güden Devletin tazmini sorumluğu ise; mülkiyetin sona ermesi veya mülkten yararlanma hakkına açık ve kesin müdahalenin gerçekleştiği; somut olayda, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalması nedeniyle tapu kaydının iptali kararının kesinleştiği tarihte başlardenilmiştir.

Tapu kaydının kesinleşmiş mahkeme kararı ile iptal edilmesi halinde, zarar, tapu kaydını iptal eden mahkeme kararının kesinleşmesi ile ortaya çıkmış sayıldığından, zamanaşımı süresi, kararın kesinleşmesi tarihi itibariyle başlayacak ve TBK’nın 146. maddesi uyarınca, 10 yıllık süre esas alınacaktır.[9]

Yargıtay,  Y. 20. HD., T. 20.10.2011, E. 2011/11557, K. 2011/11889 sayılı kararında “tapu kaydında orman şerhi bulunan taşınmazlar için açılacak tazminat davalarında, idareye yapılacak orman şerhinin kaldırılması başvurusunun ya da idare aleyhine açılacak orman tahdidine itiraz davasının red ile sonuçlanması ile zamanaşımı süresinin başlayacağını” belirtmiştir. Nitekim zararın, bu red kararı ile oluşacağı kabul edilmiştir. Yargıtay, bu yönde bir başvuru yok ise, henüz bir zararın oluşmadığını kabul ederek, bu başvuruyu bir nevi ön koşul olarak kabul etmiştir.

Yargıtay, Y. 20. HD., T. 18.12.2012, E. 2012/7876, K. 2012/14598 sayılı kararında  orman tahdit davasının  reddedilip kesinleşse dahi, tapu kaydı iptal edilmediğinden, tapuya orman şerhinin konulması ‘ve’ tapu iptal tescil davasının açılma tarihinin zamanaşımı başlangıcı olarak esas alınması gerektiğini” vurgulamıştır.

Yargıtay, Y. 20. HD., T. 18.09.2018, E. 2018/3980, K. 2018/5766 kararında ise , “orman tahdidine itiraz davası reddedilip kesinleşse dahi, tapu kaydı iptal edilmediğinden, tapu iptal kararının kesinleşme tarihinin esas alınması gerektiğini” benimsemiş ve bu görüşünü sürekli kılacak şekilde “tapu kaydı iptal edilmediği sürece, zamanaşımı süresinin başlamayacağını” kararlarında belirtmiştir.

AYM., T. 05.10.2017, Başvuru No: 2014/15223 sayılı Aydemir Güvener kararında, AİHM’in Altunay kararın atıfta bulunarak, “…..başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini…belirterek, “orman şerhinin konulması tarihinin esas alınması” ifadesini kullanmamıştır. Burada, tapunun iptal edilmesi tarihi doğru bir uygulama olmakla birlikte, orman şerhinin konulması tarihinin esas alınması, malikler açısından hak ihlallerine yol açacaktır. Çünkü, orman şerhinin konulması, tapu malikinin haberi dahi olmadan gerçekleştirilen bir işlemdir.

Bu tür (orman tahdidine itiraz davası reddedilmiş ancak tapu kaydı iptal edilmemiş ise) dava kapsamındaki zamanaşımı değerlendirmesini “orman tahdidine itiraz davası esas alınmadan, tapu kaydı iptal edilmediği için, henüz zamanaşımının başladığından söz edilemeyeceği yönünde” yapmak gerekecektir.

Dolayısıyla, tapu maliki tarafından açılacak tazminat davası, aynı zamanda tapu kaydının iptalini de içerdiğinden, (orman idaresinin ayrı bir dava açmasına gerek kalmaksızın) tazminat ile beraber tapu kaydının da iptaline dair karar verilecektir. Tapu kaydı iptal edilmediği sürece, zamanaşımı süresinin işletilmemesi gerekir.[10]

20. HD., T. 25.10.2016, E. 2016/4825, K. 2016/9514 sayılı kararında, taşınmaz maliki tarafından açılan davada talep edilen tazminat isteminin, tapu iptalini de kapsadığı kabul edilerek’ hüküm kurulması gerektiği ifade edilmiştir.

Orman kısıtlaması (şerhi) nedeniyle maddi tazminat davası açabilmek için, tapunun iptal edilmesine gerek bulunmamaktadır. Yargıtay, orman şerhi nedeniyle açılan maddi tazminat davalarında, tazminat talebinin tapunun iptali talebini de içerdiğini kabul ederek, re’sen tapu kaydının iptali gerektiğini ifade ederek, orman vasfıyla hazine adına kayıt ve tesciline dair hüküm kurulması gerektiğini belirtmektedir. Bu görüş uyarınca, “açıklayıcı hüküm” olarak kabul edilen tapu iptal ve tescil kararının beklenilmesine gerek bulunmadan, maddi tazminat davası açılabilecektir.[11]

20. HD., T. 25.10.2016, E. 2016/4825, K. 2016/ 9514 sayılı kararında, “Ancak; çekişmeli taşınmazların tapu kayıtları iptal edilmemiştir. Taşınmazlar 1960 yılında … Arazi Kadastro Mahkemesinin 1959/21-105 sayılı kararının kesinleşmesi sonucu … adına; daha sonra da taksimen davacı adına tescil edilmiş olup, halen davacı adına tapuda kayıtlıdır. Ancak taşınmazların 1996 yılında kesinleşen orman sınırı içine alınması nedeniyle davacının açtığı orman sınırlamasına itiraz davası … Kadastro Mahkemesinin 1996/58-3 sayılı dosyasında reddedilmiş, 2009 yılında da tapu kayıtlarına “Orman sınırı içinde kalmıştır” şeklinde şerh konulmuştur. Orman şerhi tapu maliki davacının tasarruf yetkisini kısıtlar niteliktedir ve idare tarafından tapu iptali – tescil davasının açılmasını beklemeye gerek olmadan, tapu maliki tarafından da kesinleşmiş orman kadastro sınırları içinde kalan bölümlerin, maliki olduğu parselden ifrazını ve bu bölümün mülkiyetini kaybetme nedeniyle doğacak zararın tazminini istemeye engel bir durum bulunmamaktadır. Bu durumda mahkemece tazminat isteminin tapu iptali tescil istemini de içerdiği kabul edilerek bu konuda da karar verilmesi gerekirken, yalnızca tazminat istemi hakkında karar verilmesi isabetsizdir” denilmiştir.

Sonuç olarak, TMK 1007 ye göre açılacak tazminat davalarında 10 yıllık zamanaşımı süresi zararın doğduğu tarihten itibaren başlayacaktır. Yargıtay içtihatlarında bu süre tapu iptal tescil davası açılmış ise bu süreden açılmamış ise hiç başlamayacaktır. Yargıtay içtihatları da bu yöndedir. Ayrıca açılan tazminat davaları tapu iptal ve tescil istemini de içerdiği için bu konuda da resen karar verilmesi gerekir.

İLGİLİ YARGITAY KARARLARI

Yargıtay 5. HD. E., 2022/10184 K., 2023/106

Dava konusu Kocaeli ili, Gölcük ilçesi, İrşadiye Mahallesi 154 ada 23 ( eski 318) parsel sayılı 29.101,87 m² yüzölçümlü tarla vasıflı taşınmazın 14.10.1960 tarihinde kesinleşen genel arazi kadastrosu uyarınca davacılar murisi Şevket Keskin adına tespit ve tescil edildiği, 6831 sayılı Orman Kanunu’na göre orman kadastrosu çalışmalarının 25.09.1996 tarihinde askı ilanı yapılarak kesinleştiği, yapılan çalışmaya göre eski 318 parsel sayılı taşınmazın 18.250 m²lik kısmının orman sınırları içerisinde kaldığının anlaşılması üzerine, dava konusu taşınmazın tapu kaydına 09.10.1996 tarihinde 4286 yevmiye numaralı işlem ile \”18.250 m²si orman sınırları içinde kalmaktadır.\” şeklinde şerh konulduğu, davacıların 24.05.2017 tarihinde eldeki davayı açtığı anlaşılmıştır.(Burada şerhten itibaren 10 yıl geçmiş.)                                                                                                                                          Dava konusu taşınmazın belirlenen gerçek bedelinin 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi gereğince davalı Hazine’den tahsiline, taşınmazın tapu kaydının iptalinin iptali ile orman vasfı ile Hazine adına tescil edilmesine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.’

SAKARYA BAM 3. HD E., 2019/121 K., 2019/143

Taşınmazın orman niteliğinde olmasına rağmen 1975 yılında yapılan tapulama işlemi sırasında özel mülkiyete konu edilmesi ve tapu düzenlenmesi sebebiyle somut olayda devletin tazminat sorumluluğu doğmaktadır. Malikin taşınmazın orman olduğunu bilmesi yani iyi niyetli olup olmaması devletin sorumluluğuna etkili değildir.

Taşınmaz halen davacılar adına kayıtlı olsa da orman şerhi ile mülkiyet hakkının kullanılamaz hale gelmiş olması sebebiyle davacıların bu davayı açmakta hukuki yararı bulunmaktadır. Dava adli yargının görev alanına girmektedir. Davanın tabi olduğu 10 yıllık zamanaşımı süresi zararın doğması yani tapunun iptali ile başlayacaktır. Dolayısıyla zamanaşımı da söz konusu değildir. Bu nedenlerle davalı hazine vekilinin bu hususlara ilişkin istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir.’

Yargıtay 5. HD E., 2023/2047 K.,2023/7333

‘Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile orman şerhi ile mülkiyet hakkının kullanılamaz hâle gelmiş olması sebebiyle davacıların bu davayı açmakta hukuki yararı bulunduğu, adli yargının görevli olduğunu, tapu sicilinin tutulmasından devlet sorumlu olup Hazineye husumet yöneltilmesinin doğru olduğu, davanın tabi olduğu 10 yıllık zamanaşımı süresi zararın doğması yani tapunun iptali ile başlayacağından zamanaşımı süresinin dolmadığı, taşınmazların özellikleri gereği arazi niteliğinde olduklarının kabul edilmesi ve gelir metoduna göre değerlerinin tespit edilmiş olması, kapitalizasyon faiz oranının %4 oranında alınması, taşınmazın konumu ile taşınmazı o bölgedeki diğer taşınmazlardan ayıran özelliklerde gözetilmek suretiyle objektif değer artış oranının %10 uygulanması sonucu m² birim fiyatının 58,01 TL olarak hesaplanmış olmasında ve hükmedilen tazminat bedeline dava tarihinden itibaren faize hükmedilmiş olmasında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davalı Hazine vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Kanun’un 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin birinci alt bendi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir. 2.Dava konusu Kocaeli ili, Gölcük ilçesi, … Mahallesi 36,73 ve 207 parsel sayılı taşınmazların 1960 yılında tesis kadastrosu ile davacıların murisi adına tescil edildiği, taşınmazların yenileme kadastrosu sonucunda 124 ada 2 parsel, 124 ada 3 parsel ve 128 ada 64 parsel numaralarına kaydedildiği, taşınmazların tapu kayıtlarının beyanlar hanesine 09.10.1996 tarihinde Orman Genel Müdürlüğünün talebi üzerine şerh konulduğu, davacının eldeki davayı 13.07.2020 tarihinde açtığı anlaşılmıştır.(Şerhten itibaren 10 yıl geçmiş). 3. Hükme esas alınan bilirkişi kurulu raporunda belirtilen özelliklerine ve dosya kapsamına göre arazi niteliğindeki dava konusu taşınmaza gelir metodu esas alınarak dava tarihi itibarıyla değer biçilmesinde ve taşınmazın bedelinin 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi gereğince davalı Hazineden tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.  4. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukukî ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup, davalı Hazine vekili tarafından temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

[1] TEZCAN Murat, Orman Tahdit Sınırları İçine Almak Suretiyle Tapulu Taşınmaza Kamulaştırmasız El Atma, s. 410

[2] ALKAŞ Alkım, Mülkiyet Hakkına Müdahale Kapsamında ‘Orman Şerhi’ Uygulaması, s.3

[3] Y. 20. HD.’nin T. 23/06/2015, E. 2015/6340, K. 2015/6315 sayılı kararı.

[4] Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi, 3. HD, 13.02.2020, E. 2019/1016, K. 2020/146.

[5] Yargıtay 20. HD 2015/9999E., 2016/7191K., 20.062016 tarihli kararı.

[6] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.11.2009 gün ve 2009/4–383 E, 2009/517 K.sayılı karar.

[7] SARIASLAN Damla, TBB Dergisi 2017, s. 419

[8]   TAŞ Özgür Eray, Orman Tahdit Sınırları İçerisinde Kalan Taşınmazlar Yönü İle Tapu Sicilinin Hatalı Tutulmasından Dolayı Devletin Sorumluluğu S.90

[9] Y. 20. HD., T. 13/11/2018, E. 2018/2558, K. 2018/7318, www.yargitay.gov.tr

[10] TAŞ Özgür Eray, Orman Tahdit Sınırları İçerisinde Kalan Taşınmazlar Yönü İle Tapu Sicilinin Hatalı Tutulmasından Dolayı Devletin Sorumluluğu S.102

[11] TAŞ Özgür Eray, Orman Tahdit Sınırları İçerisinde Kalan Taşınmazlar Yönü İle Tapu Sicilinin Hatalı Tutulmasından Dolayı Devletin Sorumluluğu  S. 82

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Zorunlu alanlar işaretlendi *

İLETİŞİM

Kamulaştırmasız el atmadan / mülkiyet hakkının ihlalinden ve hukuki el atmadan kaynaklanan tazminat davaları ile kamulaştırma bedel tespiti ve tescil davaları konusunda uzmanlaşmıştır.

Copyright © KORKUSUZ HUKUK 2023